4 Ekim 2013 Cuma

Nasıl idare edilmek istenirseniz öyle yönetilirsiniz.

Enerji ve Tabi kaynaklar bakanı Taner Yıldız geçen aylarda açıklama yapmıştı değişen elektrik sayaçlar için artık fiyatların firmaların ödemesi gerektiğine dair...Bi de son kelimeleri ''artık vatandaşlarımızın üstünden bu yükü kaldırıyoruz''diye cümleyi sonlandırmıştı.Tabi tarafsız medyamız bu rezalet durumu zafer olarak lanse etti.Güya bakan vatandaşları uyarıyordu,yapılan bir haksızlığı aniden müdahele yaptı imajını çok iyi bir şekilde servis yaptılar.Milletimiz için bir sıkıntı yok.Devlete karşı boynumuz kıldan ince nasıl olsa..
Güney ege insanını tarif etmeye gerek yok.Kanunlara,asayişe,vergiye kısaca  toplumsal sorunlara olan bakış açısı diğer bölgelere nazaran daha hassas.Hele elektrik faturası onlar için olmazsa olmaz bir durumdur.Elektrik faturasının yatırılmaması ayıplanır ve yadırganır..Bu öyle bir durumdur ki emekli maaşının elektrik faturasın ödeme tarihi ile çakışmaması için sıkıntı yaratır vatandaşa.Muğla Aydın ve Denizli'li insanların fıtratında vardır bu anlamsız hezeyan.Bu ruh hali tabiki istismar edilmelidir.Yoksa birileri nasıl zenginliklerine zenginlik katacak..
Bakanımıza sormak gerekiyor,madem böyle bir düşünceniz vardı bu uygulamayı daha önce niçin hayata geçirmediniz?
Niçin bu zamanı beklediniz?(Sayaçların hemen hemen bir çoğu dijital sayaç oldu zaten)
Kayıp kaçağı önlemek adına sayaçlar değişiyor madem niçin bu uygulamayı kayıp kaçakta zirve yapmış güneydoğu illerinden başlamıyorsunuz?
Değişen sayaç ücretlerini belirleyen mekanizma nedir?
Aydem bu değişen sayaçlardan maddi anlamda kazanç sağladı mı?
Sağladı ise bu paralardan vatandaşa geri dönüşümü olacak mı?
 Bu liste uzar gider...
Yahu arkadaş az para değil.En az 53 lira para ediyor sayaç başına..Muğla,Aydın ve Denizli'nin bir buçuk milyon yakın elektrik abonesi olduğunu varsayalım, bir milyon sayacın değiştiğini farz edelim ortalama 50 trilyona yaklaşan meblağlar...Oha be amk....Bu nasıl vicdansızlıktır...Yirmi lira faturası geldi diye ağlayan insanları biliyorum ben.Yazık değil mi bu millete.Bunun adına ister vurgun deyin,ister eşkiyalık ister bilmem ne..Adama zorla imza attırırlar,atmazsan sayacın fabrikada kontrole gidecek biz yine de sayacını değiştireceğiz diye vatandaş Rıza'ya aba altından sopa gösterirler.
Ne diyor Cem Karca ağabeyimiz;
Gardiyanları ve yargıçları ve savcıları
Hepsi halka karşıdır
Kanunları,yönetmelikleri,bütün kararları
Hepsi halka karşıdır
Bunların hiçbiri onları kurtarmayacak
Durdurumayacaklar halkın coşkun akan selini.


Sayacları haksız yere değiştirilenler..Hala burdamısınız.Gidin arayın hakkınızı.Mahkemeye başvurun,ne kadar fazla başvuru bir o kadar tepki.



23 Ağustos 2013 Cuma

Marka

Dalkavuk ve Şakir
-Kardeş eleman lazım,en son gelen çocuklar işi bıraktı.Var mı senin bildiğin birisi?
-Panpa inan bilmiyorum..Yinede bakayım.
Ve adaylardan birisi çağırılır.Gelen kişi aydem isminin büyüklüğü ve işe yeni girmenin getirdiği şevkle işyerine gelir.Gördükleri göreceklerinin yansıması gibidir,uyduruk şirketin düzensizliği gözünden kaçmaz cengaverin.Yıkık dökük masanın üzerindeki tozlanmış bilgisayar ve dünden kalmış çayın bardaktaki hali beynine kazınmıştır.Derken kalın bir ses seslenir,
Dalkavuk:Adın ne senin?
Eleman:Şakir ağabey...
Dalkavuk:Bak koçum bunun ismi endeksör,bu makina senin..5000'tl lik seneti imzala,bu tişörtü giy,yap denileni yap ötesini karışma.
Eleman:Tamam ağabey..
Gelen kişinin ne cv'si hazırlanıpta gelmiştir,ne de bir ön araştırma yapılmıştır.
Markalaşmanın Önemi
Aydem markalaşmaya önem veriyor ki trafolara,binalara dağa taşa aydem ismini koyu turuncu bir şekilde insanların gözüne sokuyor.Kapitalist pencereden baktığımızda bu gayet normal.Çünkü markalaşma; zamana ayak uydurarak farklılaşabilmek,sektör içerisinde kendisinden bahsedilir olmak,rekabeti canlı tutabilmenin ve ayakta kalmanın yolu markalaşabilmekten geçer.
Buraya bir mim koyalım..
Şakir ve Abone(Müşteri)
Rutin yorucu geçmekte olan iş temposu Şakir'i fiziksel olarak baya bir hırpalamıştır.Şakir yorgundur,mutsuzdur ama çalışmak zorunda olduğunu bilir.Düzensiz verilen maaşlara güvenemeyen Şakir temel gereksinim olan yeme içme ihtiyacını bile gözden geçirmektedir.Şakir'in ayakkabısnın altı deliktir,cebinde parası yoktur,ama onurlu bir karaktere sahiptir..Abonelerle bir çok diyaloğa girer bir çoğuna cevap veremez çünkü bu konu hakkında bilgilendirilmemiştir.
Abone:Ya bişey soracağım,yeni abonelik için neler gerekli?
El cevap:Vallahi usta bilmiyorum,
Abone bu cevap karşısında şaşırmamıştır.Delikanlı ter kokmakta,midesinden garip sesler gelmekte idi.Derken konuyu değiştirerek;
Abone:Elektriğe zam geldi galiba kaç para oldu elektriğin tonu?
El cevap:Ağabey dairedekiler bilir biz şirket çalışanıyık..
Abone dayanamaz bu duruma artık ve acımalı bir tebessümle yemeğe davet eder delikanlıyı.Şakir aç ve susuz olmasına rağmen blöf yapar.
Şakir:Yemek olayını hallettim ben sağol usta..
Abone:Ne kadar ücret alıyorsun sorması ayıp?
Şakir:Asgari ücret ağabey onuda zamanında vermiyorlar..
Abone:Vay anasını sevdimin çocukları..
Abone olan bitene şaşırmış gibi yapsa da o da ülke geçeklerinin farkındaydı.Abonenin zihnindeki büyülü Aydem algısı bir anda nefrete dönüşmüştü.
Analiz.
Sayaç okuma herşeyden önce müşteri odaklı şirketin asli bir unsurudur.Çalışanları sıradan hale getirmek Aydem markasına ciddi zarar vermektedir.Sorun emekçide değildir.Bu hale getiren sorunlu anlayıştadır.Zihinlerde kalıplaşmış ve kökleşmiş taşeron algısına doğru teşhis edilmediği takdirde bu kısır döngü her zaman devam edecektir.
Yukarıda yazılan hikayeler gerçektir.Bu trajedi hemen hemen hergün devam etmektedir.





















23 Haziran 2013 Pazar

Kuran'dan Salvolar

           İktidara yakınlık kurmadan bırak ihale almayı adamı yanından geçirtmezler.Hele bu ihale milyar dolarları bulan bir sektör ise vay anam vay...Ortaklarından mutlaka etkili isimler olmak zorunda.Çok da tanınan riskli bir adamsa bu hülle ve aldatmaca yoluyla kimliğini gizliyebilirsin.Yoksa denizde fener sallayan akman ruhlu adamlar uzun vade de size sorun çıkartabilir.Bunlarda bazen karlı anlaşmalar yapacaksın anlamına gelmez.Bi de psikolojik tarafını çok iyi kullanmak gerekir.Topluma ve bu iktidara muhafazakar değerleri taşıdığını göstereceksin.Her cümlenin başına Allah ile başlayacaksın gösterişli namaz eda edeceksin,cemaatle içli dışlı olacaksın ki bu düzende sağlam bir kulp tutmaya yeterli olabilir.Sonra sormazlar mı adama bu kadar kısa bir zamanda nasıl bu kadar büyüdünüz ve nasıl 110 milyon dolara bu işi kapattınız diye.
           Namaz demişken hepinizin dikkatini çekmiştir,son yıllarda aydemde makam ve statü peşinde olanlar en azından yerini muhafaza etmek isteyenler namaz kılmaya başladı.(Baba hemen kızma kimsenin namazında niyazında değilim,bu kadar bariz ve gösterişli olması dikkatlerden kaçmıyor değil)İçden kılıyorsa Allah kabul etsin..Sonuçta müslüman adam bunlar.Öylemiydi?!!!!
          Bak bu sözde müslümanların yol göstericisi,sizi bu kitapla yargılayacağım diyen Kuran bu leş kargalarının foyalarını nasıl da çıkartıyor.
1-Dini yalanlayanı gördün mü?
2-3-İşte odur yetimi itip kakan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse.
4-Bu nedenle,şu namaz kılanların vay haline!
5-Onlar namazlarında gafildirler,
6-Ve en ufak yardımı sakınırlar.(Maun suresi)
         Maun suresi bu tür dinci geçinenlerin maskesini çıkartıyor.Birinci ayetde dini yalanlayanların kim olduğunu soruyor ve hemen ikinci ve üçüncü ayetde bunları deşifre ediyor.Karakteristik özelliklerinden bahsediyor.Yani insanlara kredi kartına uşak yapanlara,asgari ücrete talim eddirenlere,emek hırsızlığı yapanlara,bu insanları sömürenlere..Bu adamlar namaz kılar diyor Allah.Kıldıkları namazın boşuna olduğunu söylüyor.Kapitalizme abdest aldıranlar okusun bu sureyi.Sana diyor sana..Dinsizlere,inanmayanlara değil...Ve bu adamlar Allah'ı ağızlarına sakız yapmış insanlardır.Devam edelim koçum;
Ey insanlar!Hiç şüphesiz,Allah'ın vaadi gerçektir.Onun için bu basit yaşam sizi aldatmasın.VE SAKIN O ALDATICI SİZİ ALLAH İLE ALDATMASIN.(Fatr suresi 5.ayet)
VE SAKIN ÇOK ALDATICI SİZİ ALLAH İLE ALDATMASIN.(Lokman suresi 33.ayet)
Noldu paşam...Kızardın,bozardın bir an.Neredeyese ağlayacaksın..Beter ol ulan...
         Bu tür adamların ilahları para,konfor ve kariyerden ibarettir.Bunun için girmiyecekleri kılıf,yapmayacakları maymunluk yoktur.Sayaç okuma,açma kesme,arıza ve diğer taşeron firmalardaki çalışanların açlık rakamlarının altında çalışmaları,ay sonlarını getirememeleri,maaşlarını zamanında almamaları bunların sikinde değildir dostum.Çalışanlar olmazsa kendileride olmaz,bi nevi sisteme entegre olmak zorundalar.Bilinçli bir kitle onlar için her zaman tehdit unsurudur.Bu sebepledir ki sınıfli bir yapı her zaman işlerine gelir.Devam edelim;
Rızıkda üstün kılınananlar ''arada fark kalmaz eşit hale geliriz'' diye yanındakilerine paylaşmıyorlar.Allah'ın nimetini inkar mı ediyor bunlar?(Nahl suresi 71.ayet)
Evet inkar ediyorlar.
İnsana emeğinden başkası yoktur.(Necm suresi 39.ayet)
Mütahit firmaları klima altında oturtup zengin etmek farzdır.
O mallar zenginler arasında dönüşen bir devlete dönüşmesin.(Haşr 7.ayet)
İhale,arazi,komisyon rant...Karunlaşmayan bir tane yöneticiniz,sucunuz,bucunuz kaldı mı?Cevap ver ulan?
Biz ezilenleri yeryüzünde iktidar kılmak istiyoruz.(Kassas 5.ayet)
Taşeron firmaların durumları iyileşinciye kadar durmak yok,mücadeleye devam..
Tek,Tedaş,Aydem zart zurt..Farketmez...Bunlar sonuç itibarı ile kamu yani halkın malıdır.Burada yapılan adaletsizliklere haksızlıklara dur demek herkesin vicdani,ahlaki ve dini borcudur.Sessiz kalan dil şeytanın dilidir.Çalışanların üzreinden geçinmeyi mubah gören anlayış elbetde bu ayetlerden rahatsız olacaktır.Ve son olarak;
Zulmedenler nasıl bir devrimle devrileceklerini yakında göreceklerdir(Suara 227. ayet)
İnşallah...




13 Mayıs 2013 Pazartesi

Embesil

Esir alınan askerlerin kafaları kazınır,başlarına ıslak deve derisi geçirilir ve çöl sıcağında bir kazığa bağlanılarak günlerce bekletilir.Sıcaktan gerilen kurbanın beyni sıkıştıran deve derisinin verdiği dayanılmaz ağrıyla kurban bağıra bağıra ölür ya da hafızasını kaybederdi.İşkenceden sağ çıkanlar hafızasını ve aklını yitirdiği için birer ölüm makinasına dönüşürdü.Ellerine silah tutuşturularak kendi halkına saldırtılırlar.Çünkü geçmişe dair hiçbirşey hatırlayamazdı.Bu durumda olan kişi ait olduğu yeri nerede durduğunu,nasıl bir konumda olduğunu bilemez.Böylece rahatlıkla kendi diline,halkına,kültürüne karşı gaflet ve dalalet içinde olur.
Bu hale gelen birisine Cengiz Aytmatov kitabında mankurt diyordu.
Böyle garip enteresan isimlere gerek yok,bildiğin molozlaşmak bu.Bunları yapmak  bu zaman için kafaya deri geçirmeye de  gerek yok.
Kahvelerde atıp tutanlar,rakı masasında ülkeyi kurtaranlar,slogan atmayı mağrifet sayanlar,bizden bi bok olmaz diyip suratını ekşitenler aslında yazarın tarif ettiği günümüz mankurtlarıdır.Bunlar aynı zamanda patron geldiğinde ayağa kalkıp arkasında düşen bokları cebine koyan kişilerdir.Ve bunları suratlarına vurduğunda;

-Ulan zır zır ağlıyorsun,yok neymiş efendim köleymiş,düzenmiş...
-Goministmisin olum sen.
-Kardeş kıçını yırtma,beğenmiyorsan çalışmazsın.Ben yokum.
-Bekara karı boşamak kolay,2 yıllık krediyi baban mı ödeyecek.
-Hacı yine uçtun sen..
Diyen embesillerdir.


4 Mayıs 2013 Cumartesi

Patron,İşçi ve Riyakarlık


                              Patron,İşçi ve Riyakarlık



Sayaç Okuma İşçileri:
Resmi kayıtlarda beden işçisi gözükmelerine rağmen enerji iş kolunda çalışırlar.İşe alınırken herhangi bir vasıf aranmaz,lise mezunu olmaları yeterlidir.Aydem ve benzeri şirketlerin sıradanlaştırdığı ve kuryeleştirdiği tanımsız emekçilerdir.
Günde onlarca km teperler,yemek ihtiyaçları karşılanmaz ve açlık sınırı altında rakamlara çalıştırılırlar.Şeytani bir göz tarafından cprs'den sürekli takip edilir,en ufak bir boşlukta sobelenir.Cumartesi ve resmi günlerde çalıştırılırlar.Çoğu zaman pazar günleride ucube şirketlerin ucuz eleman politikalarından dolayı çalışmak zorunda kalırlar.Hal böyle olunca fiziki olarak çok yıpranırlar,bir futbolcunun kondisyonuna sahip olurlar.E haliyle de çalışan işçi kalitesi vasatı bir türlü geçememektedir.
Peki nedir bu sayaç okuma  ve çalışanları?Yönetici sıfatındaki dalkavuklar nasıl algılamaktadır neyi nasıl görmektedirler.
Sayaç okuma işi herşeyden önce vatandaşla birebir sürekli diyalogdur.Elektriğin kwh ın kaç para olduğundan tut,akşamki maçın kaç kaç kaldığına kadar soru yumağına tutulan aydem ve benzeri şirketlerin sahadaki gizli reklamcılarıdır.Çalışanlar aslında çok kilit noktadırlar,şirketin en temel işini yapmaktadırlar.Okunan sayaçlar sayesinde vezneci,teknisyen,sekreter,şef,müdür kimliklerini sürdürebilmektedir.Nasıl olur da bu emekçiler ötekileştirilir.
Genel paradigma ve statüko bir türlü aşılamaz.Çünkü sistem her zaman yeni uşaklar yaratmaktadır.Kast sistemi hatsafadadır.Uşaklar her zaman kraldan çok kralcıdır.Sayaç okumayı taşerona vermek onlar için maliyetden ve vergiden kurtulma yoludur.Taşeron şirketlerle gizli ittifak içindedirler.Birbirlerini ısırmazlar.Son sözü koyarlar,nasıl çalıştırırsan çalıştır...
Söylenecek çok şeyler var aslında,sorunun ne olduğunu bunlarda çok iyi biliyorlar aslında.Toplantılarda ''koçlarım,aslanlarım,sizler bizim gözümüzsünüz'' diye nara atan bu ezik insanlara bunları anlattığımız zaman;
Sadece gizlice dinlerler,
Olayın sadece işine gelen kısmını görürler.



3 Mayıs 2013 Cuma

Kunda Kinte Olabilmek


Kunda Kinte Olabilmek




Kimdir bu siyah asi çocuk?
Köle olduğunun farkında olan; zalim, kapitalist,emperyalist beyaz adamlara karşı direnen cesuryürek.
Zamanımızın Kunda Kinteleri taşeron işçileridir demeyi çok isterdim.Ne yazık ki günümüzün ''modern''köleleri köle olduğunun farkındalığına kavrayamayan topluluk haline geldi.Hayatını amaçsızca yaşayıp,neden niçin sorusunu soramayan facebookcu,televoleci dizi manyağı haline apolotize edilmiş kitle.

''Yahu çok romantiksin'' diyenleri duyar gibiyim.

''Arık köle mi kaldı beee...''

Koçum bu kelime ağrına gitmiş olabilir,ama hayat böyle değil.

Bak aslanım senin mesain var mı ?Asgari ücrete seve seve talimsin de mi... Her gün acaba hangi şefim hangi patronum bana kızdı diye kaygın da yok öylemi.Siktir lan gavat...Dur kaçma devam ediyorum.Yarın işime devam edebilecek miyim, müdürün tacizine ses çıkarmasam mı,ya başıma kötü bir şey gelirse,tazminat hakkım ne olur, fazla çalışmalarımın karşılığını kimden isteyebilirim?’…

Doğru söylüyorsun... senin böyle kaygıların olmaz.Olamaz.. çünkü sen kaypak bir adamsın.Senin için mücadele; bir yere gelebilmekden(şef,müdür,amir) başka birşey değil.

Kunda Kinteleşeceğiz.

Onun cesaretini ve azmini örnek alacağız.Zamanla hepsi olacak.

Bu blogspot da sistem tarafından ezilen emekçilerin (okuma,açma kesme ve elektrik arıza) sessiz çığlığı olacak.

Aydem ve onun pöftürük şirketlerine, 

Düzenbaz politikalarına karşı sanal panzehirdir.



1 Mayıs 2013 Çarşamba

Manifesto

Naber lan kaynatasızlar?Artık susmak yok....Zalimlerle mücadele etmenin farkındalığını yeni anlamış birisi olarak bu kahpe düzene karşı sessiz kalmayı artık yediremiyorum.Emek hırsızlığı ile bir yere gelen bir avuç sürüngenlerin bu firavunvari düzenine karşı dik durmak ve direnmek ana felsefemiz ve manifestomuzdur.


Taşeronlaştırılma nedir?


Burjuvazi tüm dünyada çalışma koşullarını esnekleştirmek ve güvencesiz çalışmayı yaygınlaştırmak üzere kapsamlı bir saldırı yürütüyor. Sürekli istihdamın yerini giderek geçici, esnek ve güvencesiz çalışma biçimleri alıyor. Burjuvazi bu istihdam biçimleri sayesinde işçilik maliyetlerini aşağıya indiriyor, işçilerin sosyal haklarını buduyor, sürekli istihdamın risk ve maliyetlerinden kurtuluyor, işçileri bölüp parçalıyor ve işçilerin sendikalaşmasını muazzam ölçüde zorlaştırıyor, hatta imkânsız hale getiriyor.
Taşeron kavramı Türkiye’de, asıl işverenin işinin bir kısmını sözleşme ile üstlenen alt işveren için kullanılıyor. Dünyada taşeronlaşma gerek alt işverenler, gerekse de işletmelere işçi kiralayan özel istihdam büroları (kölelik büroları) eliyle yürütülüyor. İster alt işveren yani taşeron şirket tarafından istihdam edilsin, ister kiralık işçi tedarik eden özel istihdam bürosu tarafından istihdam edilsin, işçi açısından taşeronlaşmanın özüdeğişmiyor. Asıl işletme, taşeron şirket ve işçi arasında üçlü bir iş ilişkisi kuruluyor. İşçi bir işyerinde çalışırken iş sözleşmesi başka bir şirket ile yapılıyor. Taşeron işçisi ücretini aracı (taşeron) patrondan alıyor. İşçi, asıl işveren ile taşeron şirket arasındaki anlaşmanın içeriğini bilemiyor. Büyük bir şirkette faaliyet gösteren çok sayıdaki taşeron firmadan herhangi birinde istihdam edilen işçinin, çalışma koşulları, ücreti ve sosyal haklarıyla ilgili, fiilen çalıştığı işyerinin patronu ile pazarlık etme şansı yok. Bağlı olduğu taşeron şirket karşısında taşeronun diğer tüm işçileriyle birlikte toplu hareket etmesi neredeyse imkânsız. Çünkü söz konusu taşerona bağlı işçiler, onlarca farklı şirkette farklı koşullar içerisinde genellikle de geçici iş sözleşmeleriyle çalıştırılıyor. Aynı işyerinde çalışan işçiler farklı şirketlere bölünmüş durumda. Taşeron şirkette istihdam edilen işçi, sözleşmesinin pamuk ipliğine bağlı olduğunun ve her an işten atılabileceğinin farkında. Taşeron işçisi önünü göremiyor, o sırada çalıştırıldığı işyerinde ne kadar daha çalıştırılacağını bilemiyor; patronunun kendisini yarın hangi işyerine göndereceğini ya da sözleşmesine son verip vermeyeceğini bilemiyor. Güvencesizliğe bağlı olarak tam bir güvensizlik sarmalına hapsediliyor. Çalıştığı işyeri ile bağlı olduğu patronun birbirinden farklı olması ve güvencesizlik, taşeron işçisinin hakkını aramasını ve koşullarını düzeltme iradesi göstermesini de engelliyor.
Bir firma içerisinde çalışan aynı taşeron şirketin işçileri tüm bu engellere rağmen haklarını aramak üzere birleştiklerinde bile sendikalaşma problemi yaşıyorlar. Söz konusu taşeronun işçileri, işyerindeki işçilerin sadece bir kısmını oluşturuyor. Dolayısıyla bir taşeronun işçilerinin işyerinde işi durdurmaları ya da yavaşlatmaları çoğu durumda mümkün değil. Bunu kısmen gerçekleştirdiklerinde de taşeron şirketin işçileri işten çıkartarak işyerine başka işçiler göndermesi an meselesi. Öte yandan asıl işveren, taşeron şirketin sözleşmesini iptal ederek, birleşen işçilerden bir çırpıda kurtulup işyerine başka bir taşeronu sokabilir veya mevcut taşeronlardan birinin çalıştırdığı işçi sayısını arttırmasını sağlayabilir. Zaten asıl işveren ile taşeron arasında geçici süreli sözleşmeler düzenleniyor. Dolayısıyla sözleşme süresi sona erdiğinde asıl işveren ya da taşeron patronu sözleşmeyi yenilemeyerek de örgütlülüğü fiilen boşa çıkartabiliyor. Bir işyerinde çalışan ve aynı şirket tarafından istihdam edilen işçilerin sendikalaşması ve toplu sözleşme yetkisi alması bile aylar hatta yıllar süren uzun erimli bir iş. Oysa bu süre zarfında taşeron firmanın ana firmayla sözleşmesi çoktan bitmiş oluyor.
Taşeron şirket çalışanlarının varlığı, asıl şirketin sürekli istihdam edilen (kadrolu) çalışanlarının taleplerini de baskı altına alıyor. Onların da iş güvencesini yok ediyor. Asıl işverenin sürekli işçileri –sendikalı olsalar bile– toplu pazarlık güçlerini büyük ölçüde yitiriyor. Sendikalı işçiler grev yaptığında işveren yasal ya da yasadışı olarak taşeronlar eliyle sendikalı işçinin üretimden gelen gücünü zaafa uğratıyor. Bütün dünyadaki sendikalardan gelen veriler, taşeron işçiliğinin giderek sürekli istihdamın yerini aldığını, sermayenin ücretleri düşürme, işçileri yasal güvencelerden mahrum bırakma ve örgütsüzleştirme saldırılarının taşeronlaştırma dalgasıyla birlikte yürütüldüğünü gösteriyor. Tüm dünyada hızla artan taşeronlaşma, sadece taşeronlarda istihdam edilen işçilerin değil, tüm işçi sınıfının sorunudur.

Taşeronlaşma işçi sınıfına yönelik stratejik-küresel bir saldırıdır!

Dünyanın pek çok ülkesinden gelen rakamlar taşeronlaşmanın hızla yaygınlaştığını gösteriyor. Çin’de, kentlerde çalışan 300 milyon işçinin beşte biri, yani 60 milyonu geçici taşeron işçisidir. 2009 yılı itibarıyla Meksika’da işgücünün %10’u taşeron işçisidir. Meksika’da dünya çapında rekabetin yoğunlaştığı elektronik sanayiinde istihdam şirketleri adına fabrikalarda çalışanların oranı %60’a ulaşmıştır. Rusya’da yabancı şirketlerin %75’i, Rus şirketlerin %35 ilâ %50’si taşeron işçi kullanmaktadır. İngiltere’de taşeron işçilerin tahmini sayısı 270 bin ilâ 1 milyon 400 bin arasında değişmektedir. Hindistan’da özel sektördeki işçilerin %30’u, imalattaki işçilerin ise %50’si taşeron şirketler tarafından çalıştırılmaktadır. İspanya’da geçici işçilik tüm istihdamın %31’ini oluşturuyor. Geçici olarak çalışanların altıda birini taşeron şirketler istihdam ediyor. Tayland’da elektronik sanayiindeki 500 bin işçinin yarısından fazlası taşerona bağlı çalışıyor. 2008 rakamlarıyla Filipinler’de tüm işçilerin %10,8’i, imalattaki işçilerin ise %15,6’sı taşeron çalışanıdır.
Özel istihdam büroları eliyle de yaygınlaştırılan taşeron işçiliği tüm dünyada işçi sınıfının karşısına dikilmektedir. Özel istihdam bürolarının küresel örgütü CIETT (Özel İstihdam Firmaları Uluslararası Konfederasyonu) verilerine göre, dünya çapında 72 bin özel istihdam şirketi, 169 bin şube ile faaliyet yürütüyor. Sadece işçi kiralayan özel istihdam bürolarının yıllık satış geliri 1996’da 83 milyar avro iken, 2009’da bu rakam 203 milyar avroya ulaşmıştır. Bu istihdam şirketlerinin pazarladığı taşeron işçi sayısı da aynı dönemde iki katına çıkmıştır. İşçi simsarlığı pazarının büyümesi, dünya çapında milyonlarca işçiyi pazarlayan Adecco, Randstad ve Manpower gibi dev küresel işçi simsarı tekelleri ortaya çıkarmıştır. Sektör lideri Adecco’nun yıllık işgücü satış geliri 21,3 milyar dolardır. Adecco’yu 17,3 milyar dolarlık satış geliriyle Randstad ve 16,7 milyar dolarlık yıllık geliriyle Manpower takip ediyor. 72 bin özel istihdam şirketi içerisinde en büyük 10 şirket istihdam pazarının %29’unu ele geçirmiştir.
İşçi simsarı şirketler onlarca ülkede federasyonlar kurmuş durumdadır. Örneğin CIETT, farklı ülkelere yayılmış 47 federasyonu birleştiren bir konfederasyondur. Bu tür küresel işçi simsarı sermaye örgütleri, tüm dünyada taşeronlaşmanın önündeki engelleri kaldırmak üzere faaliyet yürütmektedir. Bu örgütler, hükümetlere taşeronlaşmanın önünü açan yasa değişiklikleri önermekten ve baskı oluşturmaktan, taşeronlaşmanın faydalarını kamuoyuna propaganda etmeye kadar çeşitli işlevler üstlenmektedir. Görüldüğü gibi emperyalizm çağında işçi simsarlığı da kendisini çağa uyarlamış, küresel örgütlenmeler yaratmıştır.
Taşeronlaşmanın önünün açılması için gösterilen çabalar işçi simsarı şirketlerle sınırlı değildir. IMF, Dünya Bankası ve OECD gibi emperyalist örgütler tüm dünyadaki kapitalist devletlere ekonomik büyüme için esnek çalışmayı tavsiye ediyor. “Ulusal İstihdam Stratejisi” gibi işçi sınıfına yönelik uzun vadeli saldırı programları Türkiye’de olduğu gibi pek çok ülkede de yürürlüktedir. Malezya da 2010 yılında istihdam yasasını değiştirerek taşeronlaşmayı yasallaştırmak istedi. Sendikaların muhalefetiyle hükümet geri adım attı. Fakat 2011 yılında değişikliği tekrar gündeme getirdi. 2012 yılı Mart ayında yasa meclisten geçti. Sendikalar muhalefet etmeyi sürdürdü. Sadece tarım plantasyonlarında taşeronlaşma yasallaşabildi. Güney Kore’de hükümet taşeronlaşmanın önündeki kısıtlamaların kaldırılmasını amaçlayan yasa değişikliğini amaçlıyor. Türkiye’de hükümet asli işlerin de taşerona verilmesinin önündeki yasal engeli kaldırmak istiyor. Avrupa’da taşeron işçilerinin grevci işçilerin yerine kullanılması yasaktır. Ancak AB ülkelerinde de taşeronlaşma önündeki yasal kısıtlamalar giderek ortadan kaldırılmaktadır. 2012 yılında Avusturya’da hükümetin geçici işçilerle sürekli işçilere eşit davranılmasını öngören, taşeron işçileri koruyan bir yasa çıkarmak istemesine burjuvazi karşı koydu. Sermaye çevreleri hükümeti, şirketlerini başka ülkelere taşımakla tehdit etti. Rusya’da 2011 yılında sendikalar işverenin işçilerini alt işverene devretmesini engelleyen bir yasa teklifi sunmuştu. Ancak yasa teklifi taşeron patronlarının ve CIETT gibi küresel sermaye örgütlerinin muhalefetiyle karşılaştı.

Taşeron işçileri neler yaşıyor?

Taşeron çalışma, sermaye sınıfını sürekli istihdamın getirdiği maliyetlerden kurtarmaktadır. 2008 krizinde öncelikle taşeron işçileri işlerini kaybetti. 2008 ortaları ile 2009 ortaları arasındaki dönemde, AB üyesi 27 ülkede, işyerlerinde sürekli çalışanların sayısı %1,3 azalırken geçici çalışanların sayısı %6,3 azaldı. İşçi örgütlerinin taşeronlaşmaya direndiği Almanya’da bile kapitalistler, yeni yaratılan istihdamın yarısından çoğunu geçici olarak istihdam etmeyi tercih etti. Taşeronda çalışanların önemli bir kısmı da tam zamanlı çalışmak yerine eksik zamanlı çalışmak zorunda bırakıldı. Özel istihdam şirketlerinin kiraladığı işçilerin bir yılda çalıştıkları ortalama süre, tam zamanlı işçilerin sadece yarısı kadardır. 2008 krizinin etkisi zayıflayınca şirketler tekrar taşeron işçi istihdam etmeye öncelik verdiler.
Sendikaların çeşitli ülkelerde yayınladığı raporlar, taşeron işçilerinin ana firmada sürekli istihdam edilenlere göre çok daha düşük ücretlerle çalıştırıldığını ortaya koymaktadır. Hindistan’da kimya, enerji ve madencilik sektörlerinde taşeron işçiyle aynı işi yapan ve sürekli istihdam edilen işçiler 270 ilâ 360 dolar civarında ücretler alırken, taşeron işçileri 72 ilâ 108 dolar arası ücretlere çalıştırılıyor. Tekstilde ise taşeron işçisi sürekli istihdam edilen işçinin yarısı kadar ücret alıyor. Taşeron işçisinin ücreti yasal asgari ücretin bile altına inebiliyor. Şirketlerin asıl işlerde taşeron çalıştırması yasak olmasına karşın sermaye ne yasa ne yasak dinliyor. Taşeron işçilerine sürekli işçilerle aynı iş yaptırılıyor ve taşeronlar hep daha düşük ücret alıyor. Örneğin Çin’de Nokia ürünlerinin üretildiği fabrikalarda taşeron işçileri sürekli istihdam edilenlerin dörtte üçü kadar ücret alıyor. Almanya’daki bir BMW fabrikasının işçileri, 2011 yılında ücretleri %40 oranında düşürülerek BMW’nin bir yan şirketinde istihdam edildi. Almanya’da taşeron işçilerinin önemli bir kısmı kısa sürelerle çalıştırıldıkları için işsiz kaldıklarında işsizlik yardımı almaya hak kazanamıyorlar.
İş kazaları ve işçi ölümlerinde de taşeron işçileri sürekli istihdam edilen işçilere göre daha fazla risk altında. Belçika’da taşeron işçilerinin kazaya uğrama riskinin sürekli işçilerinkinden iki kat fazla olduğu tespit ediliyor. Brezilya’daki bir sendika, üyesi olan Petrobras şirketi işçilerinden 1995-2009 yılları arasında 280 kişinin öldüğünü, bunların 226’sının taşeron işçisi olduğunu açıklıyor. Keza bu ülkede 2009 yılında elektrik sektöründe iş kazalarında ölen taşeron işçi sayısı sürekli işçilere oranla 13 kat fazlaydı. Peru madenlerinde 2009 yılının ilk 9 ayında ölen 49 maden işçisinin 37’si taşeron işçisiydi. Asıl işveren, taşeron şirket ve işçi arasında kurulan üçlü iş ilişkisi, iş güvenliğinden hangi noktada kimin sorumlu olduğunu belirsiz kılıyor.
Şirket şirket bölünüp paramparça edilmiş, örgütsüzleştirilmiş ve güvencesiz çalışmaya mahkûm edilmiş, fiilen çalıştırıldığı şirket ile aracı şirket arasında kapana sıkıştırılmış taşeron işçileri kriz dönemlerinde de kolayca gözden çıkarılan kesimi oluşturmaktadır.

Taşeronlaşmanın önünü açan siyasi iklim

Güvencesiz, esnek ve taşeron çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılması ve giderek sürekli istihdamın yerini alması, işçi sınıfının ücretlerinin aşağıya çekilmesi ve sosyal kazanımlarının yok edilmesi anlamına geliyor. 80’li yıllardan itibaren dünya kapitalizmi işçi sınıfına karşı neo-liberal bir saldırı dönemi başlatmıştı. İşçi sınıfına yönelen bu küresel saldırı, işçi hareketinin dünya ölçeğinde gerilediği 90’lı yıllarla birlikte ivme kazandı. SSCB ve Doğu Bloku’nun çözülerek kapitalist dünyaya entegre olması ve bunun sosyalizmin çöküşü olarak lanse edilmesi burjuvaziye olağanüstü imkânlar sağladı. Sonuçta işçi hareketindeki dağınıklık dönemi ile neo-liberal saldırı süreci üst üste geldi.
Böylesi bir dönemde sendikal hareket de burjuvazi karşısında geçmişte kazandığı mevzilerden çok çok gerilere savruldu. Dünya ölçeğinde sınıf dengelerinin işçi sınıfı aleyhine değişmesini fırsat bilen burjuvazi, işçi sınıfının var olan örgütlerini zayıflatmak ve etkisizleştirmek, işçi sınıfını bölmek ve esnek çalışma biçimlerini dayatmak üzere çok yönlü saldırıya geçti. İşçi sınıfının geçmişte büyük bedeller ödeyerek elde ettiği kazanımları yok etmeye girişti. İşçi sınıfı gücü ve örgütlülüğü oranında bu saldırıları kısmen durdurabildi, gücü yettiği kadarıyla geri püskürtebildi. Ancak örgütlü gücünün zayıflığı nedeniyle taşeronlaşmanın bugün bir ur gibi yayılmış olmasını engelleyemedi.
Kapitalist ekonominin küresel entegrasyonunun derinleştiği bu dönemde, sermaye yatırımları hızla ucuz ve örgütsüz işçiliğin bulunduğu coğrafyalara kaydı. Dev şirketlerin fabrikalarını Çin, Vietnam, Endonezya ve Hindistan gibi ülkelere kaydırması Batı’daki örgütlü işçi kesimleri üzerinde de ciddi bir basınç oluşturdu.

Türkiye’de taşeronlaşma

4857 sayılı iş yasasının 2. maddesi, asıl işveren ile alt işveren (taşeron) arasındaki ilişkiyi tanımlıyor. Yasada “asıl işverenin işçilerinin alt işveren tarafından işe alınarak çalıştırılmaya devam ettirilmesi suretiyle hakları kısıtlanamaz” deniliyor. Türkiye’de patronlar işyerine soktukları taşeronların çalışan sayısını arttırırlarken, eski işçilerin sayısını kademeli olarak azaltıyorlar. Böylece yasanın etrafından dolanarak, aynı işi yapan taşeron işçilerini daha ucuza çalıştırıyorlar. Yasada “daha önce o işyerinde çalıştırılan kimse ile alt işveren ilişkisi kurulamaz” yazıyor. Ancak bu yasayı çiğneyen patronlar, yanlarında çalıştırdıkları ve sözlerinden çıkmayan kişiler adına sahte şirketler kurup bunlara taşeronluk veriyor. Yasayı çiğneyen patronların pek azı bu yüzden sorun yaşıyor. Yasada “işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler dışında asıl iş bölünerek alt işverenlere verilemez” deniliyor. Ancak fiiliyatta patronlar asıl işlerini parça parça taşeronlaştırıyor.
İş müfettişleri hileli ya da yasadışı yöntemlerle taşeronlaştırmayı raporladıklarında, taşeron işçileri asıl işverenin işçisi sayılıyor. Bu nedenle AKP hükümeti, iş müfettişlerinin hileli taşeronlaşmayı tespit yetkisini elinden almayı planlıyor. Daha da önemlisi, iş yasasının ikinci maddesini değiştirerek işletmelerin asıl işlerinin bölünerek taşeronlaştırılabilmesinin önünü açmak istiyor. Bu konuda bakanlığın hazırladığı bir yasa değişikliği taslağı var. Ancak bu taslak kamuoyuna açıklanmıyor. Çalışma bakanının sözlü beyanları taslağın içeriğini kısmen ele veriyor. Bakanlık elindeki taslağı gizleyerek değişikliğin içeriğinin öğrenilmesini ve işçi örgütleri tarafından tartışılmasını engellemeye çalışıyor.
Türkiye’de resmi rakamlara göre 3 milyon civarında taşeron işçisi var. DİSK Araştırma Enstitüsü ise yaklaşık 6 milyon işçinin taşeronlar tarafından istihdam edildiğini açıklıyor. İşçileri güvencesiz, esnek ve taşeron çalıştırmak konusunda en büyük işveren konumundaki kapitalist devlet, önemli bir mesafe kat etmiştir. Devlet Personel Başkanlığı verilerine göre 2001 yılında 14 bin olan sözleşmeli personel sayısı 2011 yılında 214 bine yükselmiştir. 2000 yılında kamu sektöründeki taşeron şirketlerde 20 bin işçi çalışırken, bugün devlet 500 bine yakın işçiyi taşeronlarda istihdam ediyor. 2001 yılında KİT’lerde çalışan kadrolu işçi sayısı 276 bin iken, bugün bu sayı 156 bine düşmüş durumda. Böylelikle iş güvencesiyle çalışan devlet işçisi sayısı yarı yarıya azalırken, taşeron işçi sayısı 28 kat arttırılmıştır.
Sağlıkta, eğitimde ve belediyelerde taşeronlaşma hızla yaygınlaştırılmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı 2003-2009 arasında 478 bin personel istihdam etmiştir. Ancak bunun sadece %31’i (148 bini) kadrolu olarak istihdam edilirken 240 bini kısmi zamanlı, geçici ya da ders saati üzerinden işe alınmıştır. 70 bin kişi ise sözleşmeli olarak geçici sürelerle istihdam edilmiştir. 4C statüsünde de 20 bin kişi istihdam edilmiştir. Bakanlık bünyesindeki temizlik hizmetleri de taşeronlaştırılmıştır. Böylece bu bakanlığa bağlı olarak kadrosuz ve güvencesiz çalıştırılanların oranı %60’a varmıştır. AKP’nin 2003’ten bu yana sürdürdüğü “Sağlıkta Dönüşüm Programı” gereğince, taşeronlardan temin edilen işçi sayısı 11 binden 116 bine yükselmiştir. Laborantlık, hemşirelik, radyoloji teknisyenliği, hastabakıcılık gibi işlerde taşeronlar aracılığı ile çalıştırılan sağlık işçilerinin sayısı 150 bine yaklaşıyor. Belediyelerde, il özel idarelerinde ve belediye iktisadi teşekküllerinde yalnızca 175 bin kadrolu işçi çalışıyor. Yerel yönetimlerde çalışanların %22’si taşeronlarda çalıştırılıyor. Yani bu alandaki taşeron işçi sayısı 50 bin kişiye ulaşmaktadır.
İnşaat sektörü, iş kazaları ve işçi ölümlerinde olduğu gibi taşeronlaşmada da başı çekmektedir. TÜİK’in bir araştırması Türkiye’de inşaat sektöründe yaklaşık 1,5 milyon işçi çalıştığını, bu işçilerin 1 milyon 100 bininin mevsimlik işçi olarak göründüğünü, yani ekseriyetle taşeron şirketlerde çalıştığını gösteriyor. Madenler ve tersaneler iş kazaları ve taşeronlaştırmalarla sıkça gündeme geliyor. Gemi inşa sektöründe çalışan 35 bin işçinin 10 bini asıl işverenler, 25 bini ise taşeronlar tarafından çalıştırılıyor.
Tüm sektörlerde yemek, güvenlik ve temizlik işleri büyük oranda taşeronlara devredilmiştir. Ulaştırma, depolama ve haberleşme gibi hizmetlerde de taşeronlaşma giderek yaygınlaşmaktadır. Güvenlik, bina, çevre düzenleme vb. hizmetlerde kayıtlı çalışan sayısı 600 binin üzerindedir. Bu işlerde çalışanların %58’i “mevsimlik işçi” olarak tanımlanmıştır. Fabrikalarda şirketin asıl faaliyet konusu olan işlerin bile taşeronlaştırıldığı, işçilerin yasadışı bir şekilde çok sayıda taşeron şirkete bölünmüş olarak çalıştırıldığı bilinmektedir.
Taşeronlaşma, sermayenin işçi sınıfına karşı küresel-stratejik saldırısı olarak gelişmektedir. Burjuvazinin bu küresel saldırısının karşısında tüm dünya işçileri için mücadele etmekten başka çıkar yol yoktur. Sendikaların bu gelişen saldırıyı, mevcut yasalar çerçevesine hapsederek püskürtmesi mümkün değildir. Sendikalar taşeron işçi-kadrolu işçi ayrımı yapmaksızın tüm işçileri kucaklamak zorundadır. Taşeron işçisiyle kadrolu işçilerin birleşmesinin önüne dikilen yasal ya da fiili engellere teslim olunmamalıdır. İşçiler arasındaki rekabete son vermek sendikaların asli görevidir. Farklı şirketlere bölünmüş işçileri fiilen birleştirmeden üretimden gelen gücü kullanmak mümkün değildir.
Burjuvazi, yatırımlarını ucuz ve örgütsüz işgücünün yoğunlaştığı ülkelere yönlendirerek işçi sınıfının daha örgütlü olduğu ülkelerde işçi sınıfına boyun eğdirmeye çalıştı. Ancak yatırımların kaydırıldığı ülkelerde de genç ve dinamik bir işçi sınıfı mücadele sahnesine çıkıyor. İşçi mücadelesi kaçınılmaz olarak küreselleşiyor. Burjuvazinin küresel saldırısını yenilgiye uğratmak için, işçi sınıfının enternasyonal mücadele bayrağını yükseltmekten başka yol yok!
Kaynak:Zehra Aras

Taşeronlaşmanın tarihi


Fransızca'dan dilimize geçen en sevimsiz kelime tâsheron, Türkçe haliyle taşeron.
1980'lerde Türkiye'de uygulanmaya başlayan bu sistem en basit haliyle işverenin, işlerinin  bir kısmını başka bir  firmaya yaptırması. Özel sektörde başlayan taşeronlaşma, şu anda kamu sektörünün her alanına sızmış durumda; hastanedeki temizlik işlerinden, belediyelerdeki park- bahçe işlerine.
Gün geçmiyor ki, taşeron işçiler işten çıkarılmasın ve direnişe geçmesin. Bunun iki nedeni var; birincisi taşeron işçi zaten "her an çıkarılabilir işçi" demek; ikincisi ise son dönemlerde taşeron işçiler esnek ve güvencesiz çalışma koşullarına karşı örgütlenmeye başladı.

Türkiye'de 80'lerden sonra taşeronlaşma nasıl başladı?

Eskiden taşeronluk* geleneksel uygulama biçimiyle pek gündeme gelmezdi; genellikle istisnai ve geçici işler için söz konusuydu. Düzenlilik arz etmeyen dışarıdan alınması veya dışarıya yaptırılması kaçınılmaz olan mal ve hizmetlerde uygulanırdı. Bu niteliğiyle de işletmedeki sendikal ilişkileri çok az etkilerdi. Ancak Türkiye'de 24 Ocak 1980 kararlarıyla başlayan yeni-liberal politikalar ile yepyeni bir içerik kazanmaya başladı.
Nasıl?
Taşeron uygulamasının temel motifi maliyetlerin özellikle de işgücü maliyetinin düşürülmesidir. Bu sistem, çalışma ilişkilerini güvensizleştiren, sendikasız ve toplu sözleşmesiz ve hatta iş yasası dışında işçi çalıştırmanın bir aracı haline geldi. Geçmişte istisna olan taşeron/alt işveren uygulaması günümüzde yaygın bir istihdam biçimi haline geldi.
Taşeronlaşma hukukuna uygun mu yapılıyor?
Hukuksal dayanak çalışma hukuku bağlamında İş Yasası'dır. 2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Yasası taşeron uygulamasını eski (1475 sayılı) İş Yasasına göre sınırlamış, belirli koşullara bağlamış ve hileli uygulamaların önüne geçmek için kimi hükümlere yer verilmiştir.
Buna uyuluyor mu?
Uyulmuyor. Bu nedenle çok sayıda uyuşmazlık ve dava söz konusu. Yasaya aykırı biçimde asıl işte taşeron çalıştırılıyor; hileli yollara başvuruluyor. Örneğin işçiler aynı kaldığı halde ihale ile taşeron şirket değişiyor. Bu hileli yönteme özellikle kamuda sıkça rastlanıyor.